Mübadiller için son durak: Çukurova
26.05.2007 / Nabi Yağcı / Referans gazetesi
26.05.2007 / Nabi Yağcı / Referans gazetesi
Çukurova’ya gelen mubadillerin öykülerine değinerek bu yazı dizimi bitireceğim. Bu dizide topraklarından koparılıp göçürülenlerin bilinmeyen, gözlerden saklanan yaşamlara parça parça değindim. Amacım tarihe farklı bakabilmek için okurlarıma üzerinde düşünecekleri somut veriler sunmaktı. Yoksa bu hikâyeler benim sergilediklerimle sınırlı değil kuşkusuz.
“Aylarca hatta yıllarca hep beynimi yedi durdu şu soru: ‘Ben mübadil çocuğu değil miyim? Mübadele ile ilgili birçok kitap elimden geldi geçti. Çoğunda hep Ege Bölgesi'ne yerleştirilen mübadillerin hayat hikâyeleri, yaşadıkları zorluklar anlatıldı. Oysa madalyonun başka bir yüzü daha vardı.Mübadiller özellikle Girit Türkleri, 1924 yılında Ege’ye olduğu gibi Akdeniz’in çeşitli yerlerine de dağıtılmışlardı. Bu zorunlu göçmenlerin ilginç hayat hikâyeleri vardı. Hele babam İbrahim Hançerli hep anlatırdı. Şimdi kafamı taşlara vuruyorum. Neden hayattayken babamdan bu hikâyeleri banda almadım diye? Zira ben TRT kameramanı idim ve elimde imkânlar vardı. Şimdi bizler de belli yaşlara geldik ve benim küçükken yaşadıklarım hâlâ hafızamda. Bunların bazılarını sizlere aktarmak isterim. Adana’nın Hankulpu Mahallesi'nde Yeni Camii Sokağı içerisinde kâgir bir evde oturuyoruz. Ev dıştan bakıldığında dökük bir görüntüye sahip. Altı ahır, üstünde iki kat daha var. Tabii buna kat denirse. Sokakta çok iyi komşularımız var. Hele biri var ki. Yan komşumuz, adı Raşit imiş. Raşit Bey kim mi? Raşit Bey, yazar Orhan Kemal’den başkası değilmiş. Annem anlatırdı, 'komünist' diye sürekli rahatsız edilirmiş.”
Göç ve parçalanma
Hikâyesinin anlatımına böyle başlıyor Sayın H. Yüksel Hançerli. “Giritli Mübadillerin Son Durağı: Çukurova” adlı kitabında. Ben de onun anlatımından kısa özetlemeler yaparak bu çalışmayı tanıtmak istiyorum.
Girit Adası 8300 kilometrekarelik hayli büyükçe bir adadır. Üzüm ve zeytin tarımında önde gelen bir yerdir. Bura halkının sağlıklı ve uzun ömürlü oluşu mutfak kültüründe ot ve zeytinyağı kullanımının ağır basması ile açıklanıyor. Geçmişte çoğunluğunu Ortodoks Yunanlılar ve Müslüman Türklerin oluşturduğu etnik, dinsel ve kültürel çeşitliliğin birlikte yarattıkları bir Girit kültürü söz konusuydu. Ancak Balkan savaşlarından sonra ne yazık ki, yıllarca sıcak komşuluk ilişkileri içinde yaşayan bu iki halk düşman yapılmışlardı.
“Girit’te mal mülk tarla sahibi olan mübadiller yeni geldikleri bu topraklarda, tarlalarda, fabrikalarda işçi olarak çalışmaya başladılar (…) Mübadiller yıllar boyunca çocuklarına hep Girit’i anlattılar ve onlara Giritli gibi beslenmeyi öğrettiler. Aradan geçen yıllarda da Rumlarla olan kırgınlıklar da yerini yumuşamaya ve dostluğa bıraktı. Ve şimdilerde her Girit Türkü mübadil çocuğunun düşü atalarının doğduğu ve öldüğü toprakları görmek oldu.” (H. Yüksel Hançerli)
1923’te imzalanan Lozan Antlaşması ile Müslüman Türkler gemilere doldurularak bir yıl boyunca Türkiye’ye taşındılar. Bu taşınma aynı zamanda ailelerin parçalanmalarını da beraberinde getirdi. “Girit, Kandiya, Bedia Köyü (Bedianos) doğumlu olan babam 1916 yılında dünyaya gelir (…) Geniş bir ailesi olan babam İbrahim Hançerli’nin Mustafa isimli bir kardeşi vardır. Mustafa yani amcam babamdan yaşça epey büyüktür. Mübadele günü geldiğinde, 1924 yılında dayıları ve teyzeleriyle gemiye binen babam İbrahim Hançerli ne yazık ki, abisi Mustafa’yı Kandiye’de bırakır. Zira amcam Mustafa bir Rum kızına âşıktır ve tercihini aşktan kullanarak Girit’te kalır. Babam abisinden daha sonra hiç haber alamaz.”(HYH)
Ambarda keçilerle
H. Yüksel Hançerli bazı yaşlı mübadillerle yaptığı sözlü tarih çalışmasına da kitabında yer veriyor. Onlardan yer darlığım nedeniyle yalnızca üçünü örnek olarak vermek istiyorum:
1916 Girit Kandiye doğumlu Şerife Gülbağlar yedi yaşında Türkiye’ye geldiğini söylüyor. Rum çetecilerden kaçarak Kandiye’ye gelişlerini ve oradan gemilere binip yola çıkışlarını şöyle anlatıyor: ”Sabah erkenden başka bir köye hareket ettik. Köyde kısa bir konaklamadan sonra dağları aştık ve çok zor bir yolculuktan sonra Kandiye şehir merkezine geldik. Kandiye’de halamın evi vardı, burada üç ay kaldık. Üç ay sonra vapur geldi tıka basa doluştuk, her aile yanlarına alabildiğince eşya almıştı, ayrıca bu eşyalarla birlikte canlı olarak keçiler geminin ambarına yüklendi, her taraf eşya ve insan doluydu. Bu şekilde yola çıktık, zor bir yolculuk yapıyorduk hatta ölenler dahi oldu. Uzun ve zor bir yolculuktan sonra, Marmaris açıklarına geldik. O zaman bizi taşıyan vapur aşırı yükten yan yattı, eşyalar denize döküldü, keçiler devamlı me me diye bağrıştı, daha sonra başka bir vapur gelip bizi kurtardı. Mersinegeldiğimizde bizi büyük bir depo gibi bir yere yerleştirdiler. Her ihtiyacımız karşılandı, daha sonra Adana’ya geldik.”
Saadet Keskin, Girit Kandiya/Larani Köyü, 1917 doğumlu: “Kandiye’de bir buçuk yıl kaldık. Orada Yunan ve Türk mahalleleri ayrı ayrıydı. Önceleri Yunanlılarla kardeş gibiydik. Birbirimize kirve olurduk. Ne zaman umumi harp başladı o zaman Türkleri öldürmeye başladılar. Umumi harp başladıktan sonra kötülükler başladı. Gemimiz çok kalabalıktı. Yalnız bir ara fırtınaya yakalandık. Az daha batıyorduk. Gece herkes dua okudu. Sonra bir limana sığındık. Meğer burası Marmaris imiş. Mersine’e nasıl geldiğimizi hatırlamıyorum. Bizi kocaman bir mağazaya yerleştirdiler. Daha sonra eski Ermeni evlerine bizi götürdüler. Kim Türkçe biliyorsa bir de para yedirdiyse güzel evlere oturtuldular (…) Buraya geldik, bize göre hiç mal vermediler ki, 1.5 dönüm portakal bahçesi ve bir de yıkık bir ev…”
İşçi çocuklar
Kandiye-Castelli, 1917 doğumlu Gülistan Örnek: Fabrikanın başında Alman direktör Düve var, fabrikanın adı o zamanlar Tiripane idi ve sadece kalın bez dokuyordu. Ben işe başladım ama çocuğum boyum yetmiyor, ayaklarımın altına iki sandık koyuyordum ancak öyle çalışabiliyordum. Günlük yevmiyem ise elli kuruştu.
- Fabrikada çocuk olarak yalnız siz mi vardınız?
- Yok be yavrum bir sürü çocuk vardı. Giritlisi de vardı, Boşnak'ı da. Hatta senin baban İbrahim Hançerli de orada çalışıyordu. Ben de iki sene çalıştım (…)
Arkalarında mallarını, tarlalarını, evlerini ve canlı, sıcak anılarını bırakıp, ocaklarını söndürüp keçilerini ve hatta bazıları ölülerinin kemiklerini de yanlarına alıp Anadolu kıyılarına çıktılar. Becerileri gelişkindi ama fabrikalarda işçi, tarlalarda ırgat olarak da çalıştılar, zorlu bir yaşam sürdüler. Zorluklar yalnızca karınlarını doyurmak değildi. Türkçe de bilmediklerinden uyum zorlukları içindeydiler. Gâvur deniyordu kendilerine. Bütün bunlar kuşkusuz gerilerde kaldı. Bugün onların torunları tarihin külleri içinde köklerini arıyorlar. Fakat aynı zamanda bu insanların yaşam öyküleri şimdilerde farklı bir tarih anlayışının da kapılarını aralıyor.
Yararlandığım kaynaklar:
Giritli Mübadillerin Son Durağı/Parçalanmış Ailelerin Öyküsü/ H. Yüksel Hançerli.
İstanbul’un Son Sürgünleri/ Hülya Demir-Rıdvan Akar/Belge Yayınları
Gülriz Beşe Erginsoy/Adalılar/İmroz’dan Gökçeada’ya/İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları
Herkül Milas/Tencere Dibin Kara…/Amaç
kaynak : Referans gazetesinden Nabi Yağcı, 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması sonrasında, gemilere doldurularak bir yıl boyunca Türkiye’ye taşınan Müslüman Giritlileri yazdı..