Translate

Bu Blogda Ara

Girit' liler Sİde..


Bu haftaki yaşamın içinden karelerimizin konuğu 1880’lerde Side’ye gelip yerleşen Giritliler. Sıcakkanlı tavırları, beyaza çalan buğday tenleri, zeytinyağlı ot yemekleri ve her türlü balık çeşidinin hakim olduğu ünlü mutfaklarının yanında yaşama bağlı, yaşama sevinci ile dolu tavırları tanınan Giritlilerle yaptığım
şöyleşi
Konuklarıma geçmeden önce kısa da olsa Giritliler ve tarihçesi konusunda bilgi sahibi olmak ve verilen bilgilerin doğruluğu konusunda karşılaştırma yapmak, fikir sahibi olmak için “Vikipedi” Özgür ansiklopediden aldığım kısa giriş bilgilerini aktarmak ve paylaşmak istiyorum sizlerle.
“Girit Türkleri, Girit adasının Osmanlı Devleti yönetiminde kaldığı 1645-1908 döneminde meydana gelen Türk göçlerinden, ada halkı içinde ihtida (İslamiyet’i kabul) sürecinden ve çeşitli Osmanlı tebası toplumlar arasındaki kaynaşmalardan oluşmuş ve bu şekilde özgün bir kültür oluşturmuş bir Türk toplumudur. Osmanlı öncesi ada halkından İslamiyet'e geçenlerin çoğu 19. yüzyıl başında Yunan milliyetçiliği akımlarının etkisinde kalarak Hıristiyanlığa geri dönmüş (irtidad), Girit Türkleri toplumunun dışına çıkmışlardır. [1]
Bu toplumun 19. yüzyıl sonlarında başlayan ve Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi ile tamamlanan Anadolu'ya (veya komşu coğrafyalara) geri göç hareketinin günümüze uzanan bireyleri Girit Türkleridir. Türk Giritliler veya kısaca Giritlilerde denilir.
Göç hareketi üç dalga halinde cereyan etmiştir. İlk dalga 19. yüzyıl sonlarında, adada Osmanlı hakimiyetinin zayıflamasıyla Anadolu'ya dönmeyi tercih edenler ve özellikle de adanın doğu kısmında 1897'de cereyan eden "toplu katliamlar"dan (terim olayların görgü şahidi olan İngiliz gazeteci-yazar Henry Noel Brailsford'a ait; "wholescale massacre" [2] ) kaçabilenlerdir [3]. İkinci dalga, yapısında adanın Türk-Müslüman azınlığı için temel haklar barındıran Girit Cumhuriyeti'nin (1896-1908) Osmanlı Devleti'nde II. Meşrutiyet'in ilanını takip eden dönemdeki otorite boşluğunu fırsat bilerek bir oldubitti ile Yunanistan'a bağlanması ile ayrılmak durumunda kalanlardır. Üçüncü ve son dalga ise, Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi ile dönmüştür.”
İlk konuklarım Mehmet Karakaş ve şu an 95 yaşında olan babası Hasan Karakaş. Hasan Karakaş ve Mehmet Karakaş’ın kökleri “gönderiliş tarihi kesin olmamakla birlikte” 1600’lü 1700’lü yıllarda Türk kültürünü yaymak amacıyla Osmanlı hükümeti tarafından Konya Karaman’dan Girit’e gönderildiği söylenen Türklere dayanıyor. Konuklarımın atalarının dönüş yolculuğu ise Abdülhamit dönemi olan 1880’lere rastlıyor.
O dönemde Girit’te yaşanan karmaşalar yüzünden Rum askerleri tarafından sürekli baskıya ve işkenceye maruz kaldıkları için Türk ve Yunan hükümetinin karşılıklı anlaşması ve değiş tokuşu sonrasında gemilere bindirilerek Türkiye’ye gönderilmişler. Bu yolculuk aylarca sürmüş. Bu zorlu yolculuktan sonra o dönem Türkiye’ye ulaşanlar Boğazak, Belek Kadriye, Side Selimiye, Alanya Muradiye’ye yerleştirilmişler. Fakat Muradiye’ye yerleşenlerin büyük bir bölümünün yakalandıkları sıtma hastalığı nedeni ile yaşamını yitirdiği, kalan birkaç Giritlinin ise göç ederek Muradiye’yi terk ettiği, şu anda Muradiye’de Giritli bulunmadığını belirten Hasan Karakaş Hükümetin Giritlileri sahil şeridine yerleştirme nedenini ise şöyle açıklıyor. Giritliler yaşamlarının önemli bir bölümünü sahil şeridinde geçirmiş olan ve balıkçılıktan başka meziyetleri olmayan zanaata yatkın insanlardı. Side’ye yerleştikten sonra Giritlilerin yaşamlarını balıkçılık, yapı ustalığı ve marangozluk yaparak, lokanta, kahvehane ve berber salonu işleterek idame ettirmişler. Bir diğer geçim kaynağı ise Girit’ten ayrılırken yanlarına aldıkları zeytin çekirdeklerinden elde edip sattıkları zeytinyağı olmuş.
Yunan hükümetinin Girit’ten ayrılırken bütün Giritlilerin mallarına el koyduğunu ve babasının zeytin çekirdeklerini gizli aldığını belirten Hasan Karakaş; o dönem kendileriyle birlikte 38 ailenin Side’ye yerleştirildiğini belirtiyor. Türk hükümetinin o zamanlar kendilerine 9’ar dönüm arsa ve birer de ev verdiğini belirten Karakaş bir süre Side müzesinde de çalıştığını ve Müzeye gelen yapancılara tercümanlık yaptığını da söyledi. Fakat yaşadığı tatsız bir olayı da aktarmadan edemeyen Karakaş, o dönem müzede bir hırsızlık olayının yaşandığını, önce kendilerinden şüphelenen Jandarmanın yoğun baskısına maruz kaldıklarını fakat gerçek anlaşıldıktan sonra kendilerinden özür dilediklerini de belirtti.
2002 yılının 14 Şubatında hastalanan ve bir süre sonra da eşini yitirdiğini söyleyen 95 yaşındaki Karakaş eşini çok özlediğini ve sık sık mezarını ziyaret ederek mezarına çiçek bıraktığını da anlatmadan geçemedi. 95 yaşında olan Hasan Karakaş’ı elinde baston olmasına rağmen oldukça dinç bir biçimde gençlere bahçe düzenlemesi yaptırırken bulduğumu da söylemeliyim. Kendisine vakit ayırdığı için çok teşekkür eder saygılar sunarım.
Gelelim ikinci önemli konuğuma. Nüfustaki adı “Kemal Akdoğdu” Fakat bilinen, yani bizim bildiğimiz adı Zeynep teyze. Şaşırdınız değil mi. Zeynep teyze 280 derece şekerle hastanede tedavisi yapıldıktan sonra soluğu türkü evinde alabilen ve defalarca ameliyat geçirmesine rağmen yaşama sevincinden hiç bir şey kaybetmeyenlerden. Adı nedeni ile bir hayli sıkıntı yaşadığını ve adının okunması ile birlikte gittiği, “özellikle röntgen sırasında” senin ne işin var erkelerin arasında sorularına muhatap kaldığını mizahi bir dille anlatan Zeynep teyze, yine uzun yıllardır Side’de yaşayanlardan. Zeynep teyzenin atalarının dönüş yolculuğu bir önceki konuğum gibi Türk ve Yunan Hükümetinin karşılıklı mutabakatı sonucu oluşan bir dönüş yolculuğu olmamış. Onların dönüş ve Side’ye yerleşmeleri 1870’li yıllara, Sultan Hamit dönemine rastlıyormuş. Girit’tin Başkenti Hanya’da yaşanan ayaklanmalar ve çatışmalar sonrasında Yunan zulmünden kaçarak Side’ye gelip yerleşmiş Giritlilerden dayanıyor Zepnep teyzenin, asıl adıyla “Kemal Akdoğdu’nun” kökleri. Bu konuyu merak edebilecekler için vereceğim link iyi bir kaynak olabilir.
O dönemde Yunan zulmünden kaçanların bir bölümü Hükümet tarafından Side’ye yerleştirilirken, bir bölümü de İzmir, Adana Tarsus ve Manisa’ya yerleştirilmiş. Yunan zulümden kaçıp gelen ve sözü edilen bölgelere yerleştirilen Giritlileri bekleyen en büyük sorun ise Sıtma ve Humma Hastalığının yanında açlığa karşı verdikleri mücadele imiş. O dönemde Side balçık ve sazlıklarla kaplıymış çünkü. Birçoğu bu hastalıklara karşı verdiği yaşam mücadelesinde hayatını kaybetmiş.
Zeynep teyze o dönemlerle ilgili büyüklerinden dinlediği bir hatırasını da anlatmadan geçemiyor. Karşılıklı yaşanan savaş ortamından dolayı çoluk çocuk bir gemiye doluşarak Side’den kaçmak isteyen Yunan gemisinin kayalıklara çarparak ikiye bölündüğü ve içindekilerden yarıdan çoğunun boğularak, kalanların ise tıpkı Türklerin bir bölümü gibi sıtma ve hummadan öldüğü söyleniyormuş. Çarpmadan sonra geminin içinden tonlarca altının etrafa saçıldığı yine anlatılan rivayetler arasında. Zeynep teyzeye; biz bu işi fazla kurcalamadan geçip, tarihçilere bırakalım da Giritlilerin gelenek ve göreneklerine gelelim dedim. Başladı anlatmaya.
Giritlilerin en önemli özelliği zeytinyağlı ot yemekleri ile ünlü mutfakları imiş. Bunun nedeninin biraz da savaş döneminde yaşanan kıtlığa dayandığını söylüyor Zeynep teyze. O zamanlarda en kolay bulabildikleri şey zeytinyağına katık edebilecekleri otlarmış çünkü. En ünlü yemekleri ise tavuk veya etle hazırlanarak hem sıcak hem soğuk “salata ve meze” olarak tüketilebilen Kengermiş. Balığın yanında bolca tükettiklerini söyledikleri Kengerin nasıl pişirildiğini sordum Zeynep Akdoğdu’ya. Yıkanıp ayıklanan kenger doğrandıktan sonra zeytinyağı ile “arzuya göre et veya tavukla” öldürülmüş soğanın içine eklenir ve yaklaşık yarım saat pişirilerek afiyetle yenirmiş.
Bir başka gelenekleri olan düğünleri ise 2 gün sürermiş. Bir akşam kına gecesi yapılır, diğer günde kuşbaşılı kuru fasulye, pirinç pilavı ve herhangi bir tatlıdan oluşan düğün yemeği ile “bütçesine göre” konuklar içkili veya içkisiz olarak ağırlanırmış.
Müziğe oldukça düşkün olduğunu bildiğim Zeynep Teyze düğünlerde söylenen, çok hoş ama biraz absürt olduğunu belirttiği “sanırım Rumca olan” bir şarkının dörtlüğünü de paylaştı bizlerle. Ve hikayesini.
Hikayesi; bir gelin babasının harmanının önünden geçerken, “nedendir bilinmez” bu şarkıyı söyleyerek ve bahçeye karşı gaz çıkararak geçtiği rivayet edilirmiş. İşte şarkının sözleri.
“Odotine pernusane. Abdi babazita taloni. Çisikose toborazi. Çipekse ena ganoni.”
Evet, şarkı sözlerimizi de aldıktan sonra Zeynep teyzenin bir başka önemli dipnotu ise eski meclis başkanı Arınç’ın köklerinin de Girit’e dayandığı oldu. Arınç’ın Atalarının bir bölümü Şileye yerleşirken, bir kısmı da Manisa’ya gönderilmiş. Tabii bir kısmının ise tıpkı diğerleri gibi yine humma ve sıtmadan hayatını kaybettiği bugüne kadar gelen rivayetler arasında. Bu konunun doğruluğunu araştırdığımda bakın hangi bilgilere ulaştım. Bu da anlatılanların gerçeklik payının ne olabileceği ve Sn. Arınç’ın Atalarının Girit’le olan bağlantısı konusunda az da olsa bilgi ve fikir verecektir bize sanırım.
“Menemen olayının hazırlayıcılarından olan Nakşibendi tarikatı lideri Şeyh Esat’ın yurt dışı bağlantısı ile ilgili olarak Askeri Mahkeme Başkanı General Mustafa MUĞLALI, verdiği beyanatta (Cumhuriyet Gazetesi; 01 Şubat 1931 Tarihli nüshası), “Şeyh Esat, hilafet komitesiyle alakasına dair bir itirafname hazırlıyordu. Bu münasebetle İngiliz casusu Lavrens ile münasebette bulunduğunu da doğrulamaktaydı. Fakat, hastalığı bunu yazıp bitirmesine mani” olduğunu belirmiştir. “Menemen isyancısı Derviş Mehmet’in (Menemen-Sümbüller Köyü) ikinci eşinden torunu, babadan Girit Rum’u, anadan Mısırlı Arap olan kişi şimdi Meclis başkanlığı yapan (Bülent ARINÇ) ın dedesidir.”
Nüfusta adı Kemal Akdoğdu olarak geçen Zeynep teyzenin bir başka hoş anısı ise; Adana’ya yerleştirilen Giritlilerle ilgili. Hayatlarını idame ettirmeleri için Mustafa Kemal’in emri ile kendilerine bir miktar küçükbaş hayvan hediye edilen ve apartmanlara yerleştirilen Giritlilerin, biz nasıl bakacağız bunları üçüncü katta diyerek yetkililerden bahçeli müstakil ev istedikleri, bu duyumu alan Ata’nın ise derhal Giritlilerin bu taleplerinin yerine getirilmesi için gerekli emri verdiği yine rivayetler arasında.
Bu güzel anıyla Zeynep teyzeye teşekkür edip yanından ayrılırken ismi ile ilgili son bir açıklamada daha bulundu Zeynep teyze. O dönemde yalnız kendine değil birçok Giritli kadına erkek ismi verildiğini ve bunların içinde en sık olanlarında İsmet ve İlhan olduğunu belirtti.
Zeynep teyzeden sonra üçüncü durağımız Side’de Meyhane tarzı bir restoran işleten Rasim Sakarya idi. Rasim Bey yaşı itibari ile fazla tarih bilgisinin olmağını fakat bir Giritli olarak Restoranında otlardan yapılan ve Giritlilere has olan her türlü zeytinyağlı yemeğin ve mezenin bulunduğunu, bunları içki ile birlikte servis ederek bu geleneği sürdürmeye gayret ettiğini ifade etti.
Bu konuda kısa görüşmeler yaptığım diğer iki isim ise yine Side’ye ilk gelip yerleşenlerden olan Erol’s restoranın sahibi Mustafa Erol Bey ve Onur Pansiyonun sahibi Mehmet Çoban idi.
Giritlilerin diğer en önemli isimleri arasında tabii ki Oteller zinciriyle tanınan Barut ve Şen aileleri var. Buradan bunu da son not olarak düşerken hepinize şimdilik iyi günler diler bir başka söyleşiYORUM’ da görüşmek üzere sevgi ve saygılarımı sunarım.