“Girit’te Türk izinin silinmeye yüz tuttuğunu dile getiren araştırmacı-yazar Ali Ekrem Erkal, “Birkaç eski yıkık dökük ev, bir yarım minare ve sebil dışında Türklere ait bir şey kalmadı” dedi.
İzmirli 81 yaşında bir Girit Türkü, Kore Savaşı Gazilerinden, tarihi Kemeraltı çarşısının eski
sarraflarından, araştırmacı-yazar Ali Ekrem Erkal ile “Türk Girit”i anlattığı son kitabı üzerine yaptığımız görüşmede, İzmir’deki Giritlilerden, Girit’teki eski ramazanlara, geleneksel Girit yemeklerine kadar birçok konuda keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
sarraflarından, araştırmacı-yazar Ali Ekrem Erkal ile “Türk Girit”i anlattığı son kitabı üzerine yaptığımız görüşmede, İzmir’deki Giritlilerden, Girit’teki eski ramazanlara, geleneksel Girit yemeklerine kadar birçok konuda keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Başarılı insanlar
İzmir’de önemli bir Girit nüfusu olduğunu dile getiren Erkal, “İzmir’deki Giritlilerin büyük çoğunluğu önemli konumlara gelmiş başarılı insanlar. Her meslekten dostlarımız var. Ancak bir araya gelip dernek kurmayı ya da bir sivil toplum örgütüyle Girit kimliğini öne çıkarmak istemediler. İzmir’de kurulan Giritliler Derneğine de pek ilgi göstermediklerini görüyoruz. İzmir’de çok Giritli olmasına rağmen bu derneğin 150 civarında üyesi var. Bunun nedeninin , Giritlilerin kendilerine ait bir “kimlik” arayışına girmemesi olduğunu düşünüyorum. Çünkü Giritliler azınlık olarak görülmek istemediler. Giritli Türkler, Rumca konuşan Müslüman Türklerdi. Fetihle birlikte Anadolu’dan oraya gittiler. Hatta İzmir’de bile 30-40 yıl öncesine kadar hepimiz kadar Türk Musevi vatandaşlarımız gibi Giritli olduğumuz için hor görüldük. Bize ne olduğumuzu sordukları oldu. Biz kendimizi “Türkoğlu Türk” görüyoruz. Tabii ki bir ghetto olarak görülmek insanın gücüne gidiyor” dedi.
Masal, maniler
Erkal’ın, tarihi el yazmaları ve Girit tarihinin tanıklarından dinlediği gerçek hikayelere dayanarak kaleme aldığı son kitabı “Geleneksel Kültürüyle Türk Girit”, yalnız İzmir nüfusunun önemli bir bölümünü oluşturan Girit Türklerinin değil, edebiyata ve tarihe merak duyan herkesin büyük bir zevkle okuyacağı bir şaheser, bir arşiv kitap. “Toplum” başlığıyla sınırlı sayıda basılan kitabın Girit üçlemesinin son kitabı olduğunu ancak ilk iki kitabı imkansızlıklar nedeniyle bastıramadıklarını dile getiren Erkal, “Giritli dostlarımızın ısrarları üzerine sınırlı sayıda da olsa son kitabı bastırabildik. Özellikle yurtdışındaki Giritlilerin büyük ilgisiyle karşılaştık. Yakında ikinci baskıya geçiyoruz. Ancak isterdim ki kitap Türkiye genelinde de daha geniş kitlelere ulaşsın.” dedi.
Tarihe tanıklar
Girit Türklerinin geleneksel kültürünü, “madinadhes”leriyle, (manileriyle) Bektaşi nefesleriyle, masal ve hikayeleriyle, çok sayıda eski resim, gravür gibi görsel öğelerle anlatan Erkal, “yıllar önce bir Türkolog dostum, muhteşem bir koşmayla başlayan el yazmasının Ustazade Mehmet Yunus Bey’e ait “Girit Fethi Tarihinin” müsveddeleri olduğunu ispatladık ve bu eser üzerinde yoğunlaştık. Daha sonra babaannem ve Girit tarihinin birebir tanığı büyüklerin anlattığı gerçek hikayeleri, görsel malzemeyle bezeyerek kitabı yayıma hazır hale getirdik” dedi. Mübadele yıllarının acılarını önceki nesillerden dinlediklerini, Girit’i eski resimlerle yaşadıklarını dile getiren Erkal, “Girit’te artık Türk izi silinmeye yüz tutmakta. Bazı eski yıkık dökük Tür evleri, bir sebil ve bir yarım minare kalmış. Orada kalan çok az sayıdaki Türk de, madinadheslerdeki gibi büyük aşklar sonucu Girit’te kalmış, Rum kızıyla evlenmiş kişilerdir. Zaman zaman bir hevesle Türkiye’den Girit’teki akrabalarını bulmaya gidenler var. Bu nesilden sonra yazık o da kalmayacak” dedi.
Ramazanlar başkaydı
Girit’in İslamlaşmasının, Rumeli de olduğu gibi fetihten sonra adaya ilk giden Bektaşi Türkmenlerle başladığını bu nedenle Madinadheslerin bir bölümünün Bektaşi nefeslerinden oluştuğunu dile getiren Erkal; “Girit’te Müslümanlar, Ortodokslar, Kuzey Afrika’dan ve İspanya’dan göçen Arapla ve daha bir çok halk birlikte yaşardı. Ancak, Müslümanlar ve Hıristiyanlar birbirlerini çok severlerdi diyemeyeceğim. Hatta aynı mekana girdiklerinde askıda fesleri şapkaları bile birbirlerine değsin istemezlerdi. Yine de herkes kendi kültürünü yaşadı. Mesela Türkler Ramazanlarda, ellerinde bayrak ve meşalelerle, at ve eşekler üzerinde geçiş yapardı. Ancak davul yerine “lira” dediğimiz kemençe çalarlardı. Davulcular gibi Küfelerle bahşiş toplarlardı.” dedi.
Alaçatı, Nea Alaçata
Girit’te Türk izinin silinmeye yüz tuttuğunu dile getiren Erkal, “maalesef mübadele yıllarının yarattığı acının izleri halen iki tarafta da görülüyor. İstisnalar da var tabii. Kurtuluş Savaşı’nda Çeşme yarımadası ve Alaçatı’daki Rumlar, mübadeleye kalmadan Girit’e dönebildikleri için iyi hislerle ayrılmışlar. Hatta bu halk, Girit’te Nea Alaçata yani yeni Alaçatı adında bir yerleşim yeri bile kurmuş” dedi. Girit yemeklerinden de bahseden Erkal ve kendisi de eski Giritlilerden olan eşi Müzeyyen Erkal, “turp otu, şevket-i bostan, sinyavri adı verilen hardal otu ve radika otlarla yapılan zeytinyağlıları, İtalyanca’dan gelen sfugato adlı yumurtalı omleti, Girit lazanyasını, tatlı lor pidesini ve çullama böreğini halen severek yediklerini söyledi