Translate

Bu Blogda Ara

Girit Türküsü


Ben türküyü Tolga Çandar'dan dinleyince, çok gecikmiş de olsam, Girit'le alakalı kendi izlenimlerimi yazayım dedim. Bende adanın tarihiyle uğraşmanın vermiş olduğu ağırlık olsa gerek, etrafımı hala 1866-1869 ihtilalinden yeni çıkmış gibi görmekten bir türlü vazgeçemedim! Sanki yeni bir ferman gelecek İstanbul'dan ve nizamiye askerleri caddeleri dolduracak, silahları ve hançerleriyle Giritliler yine Osmanlı askerine kafa tutacaklar gibi!
...veya Selanik Türküsü veya Çalın Davulları

Yok yok merak etmeyin, Tarık Akan'ın arkasını komplo teorisi cinsi bir hikayeyle donattığı ve Atatürk'ün kendi sesinden kayıt diye, Can Dündar'ın kameramanı Murat Özcan'ın sesinden 1998 yılında kaydettiği ve daha sonra da Mustafa filminde kullandığı bir bölümü insanlara dinletmesine ve daha sonra da

yaptığı hareketin mazur görülmesi için yaptığı açıklamalara da değinmeyeceğim. Bu konuda Can Dündar birinci elden açıklama da yaptı zaten. (Bu video klibini 2009 yılının Haziran ayında Youtube'da paylaşan kişi de bir açıklama koyma gereği hissetmiş. "Ataturk'un 1934 Sofra Konuşması" başlığıyla aratabilirsiniz. Youtube halen yasaklı ise bunun üzerine de ayrıca bir yazı yazılması gerekiyor zaten.)
Ben türküyü Tolga Çandar'dan dinleyince, çok gecikmiş de olsam, Girit'le alakalı kendi izlenimlerimi yazayım dedim. Babam'ın ailesinin önce Selanik'ten Girit'e, oradan da bir sene sonra Anadolu'ya geçmesinin hikayesini dinlediğim için türkünün ismindeki karmaşanın da normal olduğunu düşündüm. Şimdilik bu kadar açıklama ile iktifa edeceğim. Ama bu konuda daha sonra detaylı bir araştırma yapıp türkünün nereden geldiğini öğrenmek istiyorum.
Girit çok eski bir yerleşim yeri Akdeniz'de, mitoloji ile karışık bir tarihi var. Önce Minos krallığı, sonra Roma hakimiyeti, Arapların kısa süreli işgali, Bizans'ın adayı geri alıp daha sonra Venedik'e satması, Osmanlı Devleti'nin hakimiyetine girişi ve son olarak da Yunanistan'la birleşmesi adanın uzun tarihinin çok kısa bir özeti diyebiliriz. Bütün bu dönemlerin mirası duruyor halen adanın çeşitli bölgelerinde; Saraylar, surlar, kiliseler, camiler, çeşmeler, limanlar, bazı yer isimleri... bu liste daha uzayabilir. Girit'in halen yaşayan bölgelerinde Venedik ve Osmanlı etkisi haliyle diğerlerine göre daha baskın durumda. Beni daha çok sevindiren ise ada 1913 yılında Yunanistan ile birleşmesine ve sonrasında mübadelede Müslüman nüfustan tamamen arındırılmasına rağmen Osmanlı dönemine ait bir çok eserin muhafaza edilmiş olmasını görmek oldu.
Resmo ve Hanya'da eski şehir merkezleri muhafaza edilmesine rağmen aynı şeyi Kandiye için söylemek mümkün değil ne yazık ki. Kandiye şehrinin en büyük tarih miraslarından biri olan şehir surlarına dokunulmamış ama şehir merkezindeki eski yapılar yerini çirkin betonarme binalara bırakmış. Kandiye Vikelaia Kütüphanesinin arşivinde tanıştığım Kostas amca da bana bu binaları göstererek "çimento! çimento!" diyordu! Bunun yanında, Resmo'da yaşayanlar her ne kadar kendi şehirlerinin Girit'in incisi olduğunu söyleseler de Hanya'nın tarihi şehir merkezi ve limanı da en az Resmo kadar göz alıcı!
Bende adanın tarihiyle uğraşmanın vermiş olduğu ağırlık olsa gerek, etrafımı hala 1866-1869 ihtilalinden yeni çıkmış gibi görmekten bir türlü vazgeçemedim! Sanki yeni bir ferman gelecek İstanbul'dan ve nizamiye askerleri caddeleri dolduracak, silahları ve hançerleriyle Giritliler yine Osmanlı askerine kafa tutacaklar gibi! Zaten şehirlerdeki cadde isimleri ve anıtlar da bu tarihin unutulmasını pek mümkün kılmıyor. 1821, 1866, Daskaloyannis ve daha niceleri.
Bu isyanlar sırasında ölenler milli kahramanlar olarak anılıyorlar ve şehir merkezlerinde de onların heykelleri var. (Bunların dışında adanın tarihindeki en yakın felaket İkinci Dünya Savaşı tabi.) Eleftherios Venizelos'un ve Nikos Kazancakis'in Giritli olması da Giritliler için büyük gurur kaynağı. Son Girit isyanını da romanlaştıran (Kaptan Mihalis) Kazancakis'in mezarı Kandiye şehir surlarının en yüksek noktasına yapılmış. Bu pek sade mezarın üstünde yalnızca şunlar yazılı; " Hiçbir şey ummuyorum, hiçbir şeyden korkmuyorum, özgürüm!"
Kandiye surları Venedik döneminin mirası, barutun toplarda etkili kullanımının başlamasının ardından 16. asrın ortalarında inşa edilmiş ve halen ayakta duruyor. Bu surları görünce onbinlerce insanın 25 yıl süren Osmanlı kuşatması sırasında neden öldüğü daha iyi anlaşılıyor. Şimdi surların bir kısmı şehrin içinde kalmış, bazı bölümleri park olarak düzenlenmiş ve hatta bir de futbol sahası var!


Turistleri ve çalışmaya gelenleri saymazsak adanın halkı Ortodoks Rum. Ortodoksluk, daha doğrusu genel anlamda din, hala önemini koruyor. Yeni kiliseler inşa ediliyor, düğünlerde ve haftalık ayinlerde kiliseler doluyor, yollarda trafik kazaları olan yerlerde hayatlarını kaybeden aile üyeleri için minik mahfazalar yapıyorlar. Bunların sayılarına bakacak olursak Girit'te trafiğin güvenli olduğunu söylemek de kolay değil. Literatürde bir ara Fransız İhtilali'nin milliyetçilik akımını yaydığı ve Osmanlı hakimiyetindeki azınlıkların da bağımsızlıkları için ayaklandığı iddia edilirdi. Bu her ne kadar tartışılabilir bir olguysa, Giritlilerin Fransızlara sokak yazıları konusunda özendiği de bu kadar tartışılabilir! Özellikle adanın büyük şehirlerinde bunu görmek mümkün. Üniversitenin girişinde öğrencilerin ilanlarını ve protestolarını astıkları ilanları görünce, Bilkent Üniversitesi'nde okuduğum sırada nizamiye girişinde yalnızca okulun organizasyonlarının asıldığı resmi ilanlar aklıma gelmedi desem yalan olur. Sakın yanlış anlaşılmasın aman, Giritliler pek modern/çağdaş/anarşist/vs. biz de hala otokrat/baskıcı/devletçi falan iddiasında değilim. Londra'daki yaşantımın üçüncü senesine girerken bu tartışmanın çok gereksiz ve anlamsız olduğunu gün geçtikçe daha iyi anlıyorum. Neyse, şimdi başka bir yazının konusuna girmeyim.


Girit'in tabiatı gerçekten çok şeyi açıklıyor tarihi ve üzerinde yaşayanlar hakkında. Adanın en çok isyan eden bölgesi Sfakya'yı (Osmanlıların diliyle İsfakiye) ziyaret etme şansı da buldum. Hanya'dan Sfakya'ya gitmek otobüsle yaklaşık 2,5 saat sürüyor. Mesafe uzak değil ama yollar o kadar yokuşlu ve tehlikeli ki belli bir hızın üstüne çıkmak mümkün değil. Özellikle Sfakya'ya varmadan önce Sfakya'nın kapısı diye anılan platoyu geçtikten sonra yol tam bir "s" çizerek devam ediyor. Sfakya bir tarafı deniz, arkası dağ olan tamamen izole olmuş bir yerleşim. Tabi Sfakya bölgesi daha da büyük bir alanı kapsıyor ama birkaç ufak yerleşim haricinde buralar da dağlarla kaplı ve ne tarıma ne de hayvancılığa elverişli. Bir zamanlar korsanların uğrak yeri olan Girit'in güney sahilleri, şimdi ucuz tatil yapmak isteyen turistlerin akınına uğruyor. Her yerde olduğu gibi, Girit'i de turizm ve televizyon dönüştürmüş, bu dönüşümden Sfakya bile nasibini almış tabi.
Ama her şeye rağmen, Giritliler hakkında söylenen "onlar Yunan değil, Giritlidir" sözlerinin doğru olduğuna kendim de bizzat şahit oldum. Orada tanıştığım insanların hayatları ve onların kendi tecrübelerinden de anlattıklarının hepsi bu adanın insanının kendine özgü karakterini ve kimliğine işaret ediyordu. Bu konuda Kandiye'ye bağlı Avdu köyüne yaptığım ziyareti daha sonra ayrıca anlatmayı düşünüyorum. Daha sonra Resmo, Hanya, Kandiye, Aya Nikola ve Sfakya hakkında ayrı ayrı yazılar yazmayı da istiyorum. Hepsini bir seferde anlatmaya kalkarsam bitiremeyecektim yazıyı, o yüzden bir yazı serisi haline getirmeyi tercih ettim.